GAZİ TBP YB AYHAN ÇEKİÇ (ÇOCUK HASTALIKLARI UZMANI)

4 Mayıs 2012 Cuma

Yrd.Doç.Dr. Mustafa Tarakçı'ya Sevgilerimle

    Öncelikle Yrd.Doç.Dr. Mustafa Tarakçı' ya teşekkürü bir borç biliyorum kendimde.Bu güzel engin çalışmaları hususunda diyecek bir şey bulamıyorum.İnternet olmasaydı benim bunlardan yani bu yayınlardan haberim yoktu, tekrar tekrar teşekkürler başarılar dilerim siz Hocamıza.
     Yrd.Doç.Dr. Mustafa Tarakçı Hocamızın Kıbrıs Barış Harekatıyla ilgili tam 236 sayfalık bir çalışması var,Tebrik ederim sizi.Burada Kültürümüze benim yaptığım mücadeleyi ve yaşadıklarımı yalın, doğru bir şekilde aksettiği içinde ayrı ayrı kutluyorum.
Kaynak:http://www.mustafatarakci.com/wp-content/uploads/2012/04/kibrisbarisharekati.pdf

http://arsiv.zaman.com.tr/1999/07/22/kultur/4.html

'Dehşetle sarsıldık'
Çıkarma sonrasında Rumların yaptığı insanlık dışı zulüm de tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Bu mezalimin en önemli tanıklarından yarbay Dr. Ayhan Çekiç'i dinliyoruz...

HAZIRLAYAN: ABDULLAH YILDIZ
Kıbrıs Barış Harekatı'nın 25. yıl dönümünde gözler yine Kıbrıs'a çevrilirken, tarihin tozlu rafları arasına giren zulümler, işkenceler ve katliamlar yeniden hafızalarda canlanıyor. Bu mezalimin en önemli tanıklarından birine, harekatta görev aldığı sırada tabip yüzbaşı olan, emekli yarbay Kıbrıs gazisi Dr. Ayhan Çekiç'e kulak veriyoruz.
Görev sırasında ortaya çıkardığı "Atlılar Katliamı" belgeleriyle dünyayı ayağı kaldıran Çekiç, anlattıkça tüylerimiz diken diken oluyor, gözlerimiz doluyor. İşte Dr. Ayhan Çekiç'in kaleminden Atlılar Katliamı ve Kıbrıs Barış Harekatı:
Gurur ve hüzün bir arada
Ankara'da, Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde ihtisas yaparken, Kıbrıs Barış Harekatı'na katılma emrini aldığım geceki duyduğum heyecan ve sevinci unutamam. Gülhane'deki görevimden 39. Tümen 1. Top Taburu tabipliğine atanıp 24 saat içinde Maraş'taki birliğime Mersin'den katıldım. Harekata katılmak benim için ne denli şerefli ve gurur verici bir olaysa, bu müessif Atlılar Katliamı'nı tesadüfen de olsa, ortaya çıkarmam, o olayları bizzat yaşamam, benim için o denli acı ve üzüntülü olmuştur.
14 Ağustos 1974 gecesi saat 00.05'te Kıbrıs 2. Barış Harekatı başladıktan sonra, 39. Tümen 14. Piyade Alayı'nı destekleyen topçu taburumuz büyük bir sürat ve maharetle Serdarlı'yı aldıktan sonra, 17 temmuzda Magosa'nın batısındaki İpsos "Gypsos" köyüne yerleşerek 600-650 Rum esirle birlikte o yöreyi denetim altına almıştı. Esirler arasında kadınlar, çocuklar, gençler, ihtiyarlar ve askerler de vardı. Kıbrıslı kardeşlerimize yıllardır uyguladıkları vahşet ve baskılardan dolayı onlara yapılacak muameleleri endişe içinde bekliyorlardı.
Rum askerini ağlatan neydi?
Birliklerimizden tek bir fert bile, esirlerin hiçbirine en ufak bir kötü davranışta bulunmamış, hastaları da muayene ve kontrol edilmişti. Esirler, askerlerimizinkinden daha lüks binalara yerleştirilip yediklerimizinden onlara da verilmişti. Bir öğle yemeğinde, esir Rum askerlerinden birisi, elleri bağlı yemek yemekte zorlanınca Mehmetçiklerimizden birisi, esirin ellerini çözerek, rahat yemek yemesini sağladı. Bunun üzerine Rum askeri gözyaşlarını tutamadı.
Gypsos'da kaldığımız süre içinde, civar köylerdeki Türk hastalar da birliğimize tedavi için geliyorlardı. Bu hastalardan bir kısmı aile ve akrabalarını merak ettiklerini, özellikle başlarındaki erkeklerin topluca götürülüp öldürüldüklerinden endişe duyuyorlardı. Hastalarımın ve yakınlarının acılarını biraz olsun dindirebilmek için moral vererek sabırlı olmalarını öğütlüyor, elimizdeki imkanlarla akrabalarını aramalarına yardımcı oluyorduk. Atlılar köyü, bulunduğumuz yere 2-3 km. uzaklıkta ve en azılı Türk düşmanı bilinen Rum köylerinin arasına sıkışmış 50-60 haneli bir köydü. Bu bölgede yaşayan yaklaşık 70-80 kadar Türk vardı.
Her türlü işkence yapılmış
14 ağustostaki 2. harekattan önce, kadın, çocuk ve ihtiyarlara kafa tutabilen aciz, canavar palikarya ve çeteciler, ani bir baskınla köydeki savunmasız Türkleri yakalayıp Magosa'ya götürmüşler. Bunlardan Hüseyin Güner isimli bir öğretmenimiz, baskından bir gece önce köyü terk edip çetecilerden kurtularak civar Türk köylerine sığınmış. Bu bölge elimize geçmeden ateşkes süreci içinde Atlılar köyüne gelen eşkıyalar yeniden bir baskınla köye giderek bu kez de geriye kalan tüm köy halkını bir araya toplamış, onlara işkence etmiş, kurşuna dizmişler, genç kız ve kadınların ırzlarına geçmişler. Hüseyin Güner, birkaç kez gelerek o köydeki akrabalarından bir haber alamadığını ısrarla söylediğinde, adeta şoke oldum. Güner'e bir araç ve muhafızlar vererek civarı incelemesini emrettim. Ancak onun yaptığı araştırmalar sonuç vermeyince, bu kez konuyu tabur komutanımız Top. Yr. Muammer Sofu'ya açtım ve izin alarak Top. Binb. Ejder Gezgin'le birlikte yola koyulurken Magosa'dan gelen ve Lefkoşe'ye gitmekte olan Albay Mehmet Biber komutasındaki askeri basın mensuplarıyla karşılaştık. Durumu açıkladıktan sonra, onlar da bize katıldılar. Birlikte Atlılar köyüne geldik. Köyde derin bir sessizlik vardı. Bütün evler yıkılmış, yakılmış veya kurşunlanıp yağmalanmıştı. Bu esnada, arka sokaklardan birinde dolaşan köyün çobanını gördük. Adamcağız, bir akıl hastası gibiydi. Devamlı mırıldanıp, tutarsız şeyler söylüyordu. Onu da yanımıza alarak evleri teker teker dolaşmaya başladık. Harabeye dönmüş bir eve geldiğimizde bodrumdan birtakım sesler işittik. Aşağıda 70-80 yaşlarında iki ihtiyar vardı. Bağırarak Türk olduğumuzu söyledik. Fakat yukarı çıkmıyorlardı. Hatta ihtiyarlardan biri elindeki çifteyi bana doğrultarak öldürmek istedi. Uzun uğraşlardan sonra gerçekten Türk askerleri olduğumuza inanarak bodrumdan yukarı çıktılar. İşte o anki manzara göz yaşartıcıydı. İhtiyarlar bize öyle bir sarıldılar ki hepimiz adeta donduk. Çeteci, palikaryalar, susuzluk ve açlıktan öleceklerini tahmin ettikleri için ihtiyarları aşağı mahzenden çıkarma gereği duymamışlardı.
Bebekten akan kan...
Bir süre sonra diğer evleri aradık. Ümidimizi yitirmek üzereyken, sazlık bir bölgenin arkasında yeni sürülmüş bir araziyi gördüm. Elime bir kazma ve bir kürek alarak toprağı kazdığımda, bir askeri doktor olmama rağmen titrediğimi ve kahrolduğumu dün gibi anımsıyorum. Toprağı yaklaşık 1-1,5 metre kadar kazdığımda; bir kadın ve onun kollarında 2-3 yaşlarındaki yavrunun olduğunu gördüm ve dehşete kapıldım. Savunmasız, zavallı bir Türk anası yavrusunu koruyabilmek için kendisi ölmeden önce vücudunu çocuğuna siper etmiş, ancak acımasız katil, Rum çeteleri anasıyla yavrusunu otomatik silahlarla taramışlardı.
Biraz ötede, kürekle toprağı kazarken, yine küçük bir yavrunun cesediyle daha karşılaştım. Küreğin darbesiyle küçük yavrunun şakağından taze kırmızı kanların aktığını görünce üzüntümden her şeyi bıraktım ve geri çekilerek bu sürülü arazide daha birçok masum soydaşımızın cesetlerini ibretle izledim. O sırada ben, yanımdaki komutan ve askerler, hıçkırmamak ve gözyaşlarımızı saklamak için birbirimizden uzaklaşıyorduk. Öğretmen Hüseyin Güner ise, hıçkırarak cesetlerin üzerine atılıp onlara sarılıyordu. Zira, onun en yakınları bu Atlılar köyünde yaşıyorlardı. Daha sonra bu ölüm çukurunun çok büyük olduğunu ve bütün köy halkının burada kurşuna dizilerek katledildiğini anladık. O bölgeden ayrılırken buldozerlerle kazılan bu utanç çukurunun yanında birçok mermi kovanlarıyla sazlıkta pişirilen kebap şişlerine rastladık. Utanmaz palikaryalar, genç kız ve kadınlarımızı öldürmeden önce, soyarak içkiler içip ırzlarına geçip alem yaparak kaçmışlardı.
İşte Türk askerinin farkı
20 ağustos gecesi, sabaha kadar kabuslar gördüm. Ömrümce, canavar ruhlu kişilerin olabileceğini asla düşünememiştim. Bir hekim olarak, orada en azından 20-30 Rum hastaya bakıp ilaçlarını da vererek tedavilerini de bizzat yapıyordum. Nitekim, kanamalı düşük tehdidi altındaki bir Rum kadın hasta yanında, sol ayağı adeta kangrene ramak kalmış, eşi İngiliz, bir Rum hastanın da günlerce tedavisini yaparak hayatını kurtarmış ve Rum hastalara gösterdiğim bu muameleden dolayı Kızıl haç Barış Gücü askerlerince teşekkür mesajı yanında, kızından da teşekkür mektupları alıp Türklüğümle, askerliğimle, hekimliğimle gurur duymuştum.
Atlılar Katliamını ortaya çıkardığım günün ertesi sabahı, birliğimizde hasta vizitesine başlarken bana acilen hastalar geldiğini bildirdiler. Daha sonra bu hastaların 2-3 yaşlarındaki Rum çocukları olduğunu öğrendim ve asker hastalarımızın muayenelerini bırakarak hemen o çocukları muayene ettim. Çocukların ikisinin menenjit olduğunu saptayarak hemen acilen tedavilerine başladım. İki günlük tedaviden sonra Kızılhaç vasıtasıyla çocukları Rum kesimine salimen gönderdim ve bu yavruların da bilahare iyi tedavi edildiklerini öğrendiğimde onur duydum. Nitekim, Kıbrıs'taki görevimi tamamlayıp Ankara'ya dönerken bizzat uğradığım Gypsos'ta tedavi ettiğim hastaların aileleri ve yavrularla karşılaşınca onların boynuma sarılarak ağladıklarını gördüm ve gözyaşlarımla onlardan ayrıldım. 

Yıllar öncesiydi bu röportaj ve okuduğumda hala o günkü gibi içim yine bir hayli ürperiyor.

SEVGİLİ HOCAM İNCİ ÇAYIRLI İÇİN

İnciler dizdiler, geçtiğin yola...
Nice çile çeksende, vermedein mola.
Cefalı şarkılar, ünlendi Sen'le ...
İncilerini saçtın, vermedin mola.
       "Nice İnciler Saçtın, Gittiğin yola..."

Çilekeş nağmele,Sen'le dillendi...
Ağlayan nice kalp, aşkla küllendi.
Yürekler yaralı, Türküler yasta;
Izdırap şarkıları, Sizde ünlendi...
Rüzgar gibi geçti, bak nice yıllar...
Leylaklar, sümbüllerin yolunda ağlar.
Izdıraptan yansa, seven gönüller,
        Nice aşıklar senin şarkınla ağlar...
        O Muhteşem sesinle Türkiyem ağlar.

Şanlı Türkiye'mizin müstesna, gerçek,duayen sanatçısı, Sevgili Hocamız İnci Çayırlı Hanımefendi ve tüm Sevenlerine Sevdiklerine SAYGI-SEVGİ-ESENLİK Dileklerimle

Gazi Dr.Ayhan ÇEKİÇ
Çocuk Sağ.ve Hst.Uzmanı